Bugün son zamanlarda çıkan en ilginç ve değişik Ninja oyunlarından
biri olan Aragami’nin ön incelemesini yapacağız. İlginç ve değişik dedim zira
oyunda gölgelere hükmedebilen ve istediği gibi kullanabilen suikastçı bir Ninja’yı
yönetiyoruz. İlk bakışta benim aklıma efsanevi Ninja hattori hanzo geldi, zira
onunda lakaplarından biri ‘’Gölge’’ idi. Aragami’de yönettiğimiz ninja’da biraz
hanzo tasvirlerine benzemiyor değil.
Oyunda gizlilik çok önem arz ediyor arkadaşlar öyle ben
ortalığa çıkayım ve cüneyt arkın gibi hepsini hallederim diyemiyorsunuz. Yani biraz
Assassin’s creed benzeri öğeler mevcut fakat yakalandınız mı yandınız. Zaten saklandığımız
ve öldürdüğümüz askerler bizi fark ettikleri zaman öyle zannediyorum ki bizim
gölge savaşçısı olduğumuzu biliyorlar ve ellerindeki ışın kılıçlarını andıran parlak kılıçlarla size
saldırıyorlar, bu durumda sizin onlarla savaşma şansınız olmadan ölüyorsunuz. Onun
için acele etmeden iyi saklanarak ilerleyin. Oyuna girdikten sonra size
tutorial babında ne yapmanız gerektiği hatırlatılıyor oyunu gamepad ile oynamak
isterseniz kolaylıkla oynayabilirsiniz. Oyunda en hoşuma giden yeteneklerden
birisi her yerden gölge gücü sayesinde geçebilmemiz ve yüksek yerlere adeta
teleport olurmuşçasına ışınlanabilmemiz oldu.
Eğer bir asker sizi görürse bile hemen ondan kaçmayın zira
alarm vererek diğerlerine haber veriyor. Onu sizi gördükten sonra hemen mıhlayın
ki diğerlerine haber veremesin. Oyunda karakter geliştirmesi filan var mı? Bilmiyorum
ama ön inceleme itibariyle pek bilgi edinemedim. Aslında oldukça basit bir
oyuna benziyor, ama aksiyonu seven oyuncuları biraz hayal kırıklığına uğratıp
üzebilir zira anladığım kadarıyla oyunda aksiyon pek yok. Genelde gizli bir
şekilde gezinip görevlerimizi yapıp sessiz sedasız suikast yapıp işimizi
hallediyoruz. Onun için bu oyunda aksiyon arayan arkadaşlar biraz
sıkılabilirler. Yani biraz Splintercell biraz Assassin’s Creed biraz da Tenchu’da
parçalar bulabileceğiniz bir oyun Aragami arkadaşlar. Yaptığım ön inceleme
itibariyle sizlere aktaracaklarım bu kadar arkadaşlar oyunu ileride bitirdikten
sonra detaylı bir şekilde irdeleyip kritiğini yaparız. İyi oyunlar.
Şimdiye kadar birçok ön inceleme makalesi yazdım, genelde bu
yazılarımı kısa tutmaya çalışsam da tutamadım. Ne yapayım kısa yazmak içime
sinmiyor daha çok bilgi ve öneri vermek pahasına bazen ipin ucunu kaçırdığım
olmuştur. Toplum olarak çok okumaya meyilli olmadığımızı da çok iyi biliyorum. Çok
uzun makaleler filan gördüğümüzde çoğumuz sıkılıp okumaktan çekiniriz. Genelde Ooo
destan yazmış bu yazı okunur mu? Gibi söylemlerde bulunuyoruz. Aslında yaptığım
tam incelemelerde de bazı oyunlarda çok uzattığım ve sıktığım olmuştur ama bunu
ön incelemelere yansıtmamaya özenle çalıştım. Bundan sonra da elimden
geldiğince ön incelemelerimi ve tam incelemelerimi kısa ve öz şekilde yazmaya
çalışacağım.
Bugün ön incelemesini yapacağım oyun benim çok önemsediğim,
bağımsız bir stüdyo oyunu olan ve fantastik bir aksiyon, macera karışımı Edge
of Twilight: Return to Glory. Oyunumuz için hemen sizlere bir benzetme yaparak
başlayacağım, böylece oyuna dair bilgileri daha çabuk kavrayabilesiniz. Edge of
Twilight Castlevania Lords of Shadow ve God of War benzeri bir oyun
diyebiliriz. Kamera açılarından tutunda gotik mekânlarına, karşınıza çıkan ilginç
yaratıklardan mistik hikâyesine kadar birçok benzerlik mevcut. Yönettiğimiz savaşçı
o gizemli ve gotik birçok yapının bulunduğu yerden o yeri yöneten kraliçe
tarafından çağırılır ve ona bir tek onun başarabileceği düşünülen bir görev
verilir. Yönettiğimiz karakterimiz istemeye istemeye de olsa bu görevi kabul
eder. Daha sonra bu garip gotik mekânlarda elimizi kolumuzu sallaya sallaya
gezebiliyoruz.
İnsanlarla diyaloglara
filan giremiyoruz. Bize verilen görevleri haritadan bularak yerine
getirmeliyiz. Şehirde iken silah kullanıp saldırı yapamıyoruz. Ama görevlere
girdiğimizde karakterimizin sırtında taşıdığı tuhaf silahını kullanabiliyoruz. Bize
saldıran yaratıkları biraz orklara benzettim garip sesler çıkartıp size deliler
gibi saldırıyorlar. Sizlerde onlara değişik kombolar yaparak karşılık
verebilirsiniz. Ama hep saldırmayın zira sizi bayağı zorladıkları içim koruma
da yapın derim. Özel saldırı filan var mı bilmiyorum. Bir de karakterimizin
içinde olan gücü müdür nedir artık anlamadığım değişik bir yaratık gibi
yönetebildiğimiz hızlı ve ellerini pençe olarak kullanabilen bir savaşçıyı
yönetebiliyoruz. Oyunu gamepad ile oynayabilirsiniz arkadaşlar. Ne yazık ki
oyunun Türkçe dil desteği yok, ama ileri de yaması çıkabilir. Yaptığım ön
inceleme itibari ile bu oyunla alakalı sizlere aktaracaklarım şimdilik bu kadar
arkadaşlar, ileri de oyunu bitirdikten sonra detaylı bir şekilde kritiğini
yaparız. Hepinize iyi oyunlar.
Evet, arkadaşlar tekrardan bir Retro arcade inceleme
makalesi ile karşınızdayım. Adeta oyun incelemesi yaptığım videolardaki gibi
bir girizgâh oldu ama hiç böyle bir açılış yaptığımı hatırlamıyorum. Neyse bugün
yine çok ama çok eskilere götüreceğim sizi. Yıl 1988 kare kare oyunların
zirvede olduğu oyun severlerin çılgınlar gibi saatlerce durmadan, bıkmak
usanmak nedir bilmeden oynadığı birçok oyundan biri olan hala popülerliğini
yitirmemiş oyun yapımcısı stüdyolarından biri olan SNK’nın piyasaya sürdüğü
P.O.W Prisoners of War’ın incelemesini yapacağız bugün.
Oyunumuzda esir düşmüş olan bir askeri 2 kişi oynarsanız
askerin düşman kampından firar edişlerini yaşıyoruz. Bu kaçış esnasında onları
düşmanlarla savaşırken bizim idaremiz veya yardımımız sayesinde özgürlüklerine
kavuşturmaya çalışıyoruz. Oyunu mame emülatöründe oynayabilirsiniz arkadaşlar. Eğer
gamepad’iniz varsa çoğu arcade oyunu oynayabildiğiniz gibi bu oyunu da
oynayabilirsiniz. 2 kişi oynamak isterseniz yine oynayabilirsiniz, hatta çok
daha iyi olur zira bu tarz oyunlarda hep arkanızı kollayacak biri olması lazım.
Oyunda silahtan çok yumruklarımızı konuşturuyoruz ara sıra bulduğumuz
silahlarla kısa vadeli olsa da düşman askerlerini bertaraf edebiliyorsunuz.
Oyunda tur sonlarında çoğu arcade oyunda olduğu gibi boss
savaşı yapılmıyor arkadaşlar. Zaten oyun pek uzun da değil bana diğer oyunlara
nazaran daha kısaymış gibi geldi. Tabii bu oyunları oynarken en rahat olduğumuz
durum ise emülatör olduğu için sonsuz kredimizin olması. Yani atari salonu
olarak düşünürsek sonsuz jetonumuz var elimizde öyle düşünün. Oyunu diğer bu
emülatördeki oyunlar gibi bırakmak istediğiniz yerde save yapıp çıkabilirsiniz.
Eskiden atari salonunda veya evde sega filan oynarken böyle bir şey yapabiliyor
muyduk? Tabii ki hayır. Atari salonunda birkaç jetonumuz olurdu ve her nedense
onu aynı oyunu bitirmek için kullanmazdık. Evdeki konsollarımızda ise o
zamanlar kayıt yapamıyorduk. Ben çoğu oyunu geçmek için saatlerce konsollarımı
hatta bazen gün boyu açık bıraktığımı hatırlıyorum. İyi oyunlar.
Steam sayesinde neredeyse yok olmaya yüz tutan bağımsız oyun
stüdyoları bu sayede ayakta kalmayı bir şekilde başarabildiler. Zira düşük
bütçeli çok kaliteli oyunlar gördük, hala çok eğlenceli ve kaliteli işler
görmekteyiz. Kim bilir belki de steam olmasaydı birçok bağımsız oyun yapımcısı
gereken desteği bulamadığı için oyunlarını tanıtma fırsatı bulamayacaklardı. En
önemlisi ise bu yapımcılara sunulan early Access (erken erişim) desteği oldu
bence. Bu sayede hem oyun severlerden maddi destek alarak hem de oyunla ilgili
birçok hatayı onların bildirimleriyle zamanla düzeltme şansı buldular. Bugün de
ön incelemesini yapacağım oyun şahsına münhasır bir bağımsız stüdyo yapımı olan
Toy Odyssey: The Lost and Found adlı macera, platform oyunu.
Oyunun adından da anlayacağınız üzere oyuncakların arasında
geçen ve evdeki yaşam alanlarında verdikleri savaşı anlatan fantastik bir hikâye
diyebiliriz. Yönettiğimiz oyuncak karakter ile evi keşfetmeye çalışırken
karşımıza kötü niyetli ve bize karşı olan birçok oyuncak düşman ile karşı
karşıya geliyoruz. Oyunu gemapad’iniz varsa daha rahat oynayabilirsiniz zira
oyun gamepad ile oynamaya daha yatkın. Odalarda karakterimizle gezerken
elinizde anahtarınız olmalı eğer anahtarınız yoksa kapı açamıyorsunuz. Ayrıca odada
evin üst bölümlerine çıkıp oyuncak düşmanlarla savaşıp onları yok edip
geliştirme puanları kazanabiliyorsunuz. Bu puanlarla karakterinizi geliştirip
level atlatarak daha güçlü bir hale getirebiliyorsunuz.
Silahlarınızı da geliştirip düşmanlarını daha kolay şekilde
yok edebilirsiniz. Oyun biraz karışık gibi gelse de oynadıkça zamanla
alışacaksınızdır. Ayrıca oyun her ne kadar macera, platform oyunu desek de rpg
öğeleri de ağır basıyor diyebiliriz. Karakter geliştirme ve ekipmanları filan
buna örnek gösterebiliriz. Oyunda en zor olanlardan biri ise healt yani sağlık
problemi. Yok, ettiğiniz oyuncaklardan pek sağlığınızı yükselten bir şey
çıkmıyor çoğunlukla geliştirme puanı filan çıkıyor ama seyrekte olsa sağlık
puanı bulabiliyorsunuz. Evde gezinirken kafanız karışabilir onun için haritayı
kullanmanızı tavsiye ederim. Bana toy soldier ve army men’i hatırlatan bu
eğlenceli bağımsız stüdyo oyunundan aktaracaklarım şimdilik bu kadar, ileri de
oyunu bitirdikten sonra yapacağımız tam inceleme de detaylı bir şekilde yazıp
çizeriz. Hepinize iyi oyunlar.
İlk hangi fps korku oyununu oynamıştım hatırlamıyorum ama
fps denilince ilk aklıma gelen oyunlardan biri quake 2’dir. Mükemmel müzikleri
ve amansız yaratık düşmanlarla karşılaştığımız bu oyunda aslında korku, gerilim
ve hayatta kalma unsurlarıyla bezenmiş bir oyundu. Daha sonralardan birçok fps
korku oyunu çıkdıysa da pek ses getirememişti. Ta ki F.E.A.R çıkana dek. Çoğu kişi
için harika bir fps korku oyunuyken çoğu kişi içinse sıradan aksiyonu bol bir
fps oyunu tartışmaları ve yorumları olmuştu. Bizde bugün F.E.A.R’ın nasıl bir
oyun olduğunu artılarını eksilerini detaylarıyla birlikte konuşacağız.
Oyunun hikâyesi bana biraz karışık ve saçma gibi geldi zira
yine çoğu korku oyununda olduğu gibi yapılan deney, araştırma filan gibi
şeylerin üstüne kurulmuş bir senaryo var karşımızda. Bir bilim adamı küçük bir
kızın üzerinde yaptığı deneylerle onu şeytani güçleri olan ve paranormal
aktivitelerle insanlara hayal gösterebilen ve onları acımasız şekilde
öldürebilen bir şeye çevirir. Bunun yanı sıra bir de bizim yönettiğimiz
karakterin de bu deneylerin bir parçası olduğunu öğreniyoruz, ayrıca oyunun
başında gördüğümüz paxton fettel adındaki adamında bizim gibi bu deneylerin içinde
yer aldığını öğreniyoruz. Fakat bizim karakterimiz ve paxton fettel küçük kıza
nazaran daha başarısız sonuçlar elde edilmiş denekleriz.
Bir de oyunda tam kim olduğunu anlamadığım bir kadında var
büyük bir ihtimalle küçük kızın annesi olduğunu düşünüyorum. Küçük kızın babası
ise manyak bilim adamı. Yani adam kendi kızı üstünde bazı sıra dışı paranormal
deneyler uygulamış. Bizde bu olayı araştırmak için F.E.A.R denen ekibe
katılıyoruz. Hem bu araştırma yerindeki geçmişimize dair bir şeyler öğrenebilmek
için hem de bu tuhaf olayların ardındaki sır perdesini aydınlığa kavuşturmak
için. Oyuna başladıktan sonra ilk olarak elimizde bir tek tabancamız olsa da
ileriki turlarda bu sayı artacak. Pompalı, otomatik silah, ağır makineli gibi
daha birçok silahı kullanma şansına sahip olacağız. Karakterimizin ve oyunun
belki de en göze çarpıcı ve oyuncuların en çok hoşuna gidecek olan yeteneği ise
yavaşlatma, bu sayede slow motion yaparak düşmanlarınızı çok kolay bir şekilde
alt edebiliyorsunuz.
Düşman askeri biraz tuhaf oldu ama işin aslı o. Aslında bana
Resident Evil Operation Raccoon City’deki yöenttiğimiz garip kim oldukları
belli olmayan özel tim elemanlarını hatırlattılar. Bu özel tim elemanlarını
bizde de bulunan telsiz sayesinde kaç kişi olduklarına veya nasıl hareket
ettiklerine dair bilgi edinebiliyoruz. Ayrıca kullandığımız silahların yanı
sıra el bombası personel mayını, koruyucu turret ve uzaktan kumandalı
patlatılabilen bomba gibi işimize yarayacak silahlar da kullanabiliyoruz. Sağlık
konusunda konuşmak gerekirse sağdan soldan bulduğumuz sağlık paketleri
sayesinde hayatta kalabilirsiniz. Maksimum on tane alabiliyorsunuz. Ama gizli
yerlerde olan sağlık geliştiriciyi bulursanız hak limitiniz daha da artıyor. Ayrıca
aynı şey yavaşlatma gücü limitiniz içinde geçerli.
Oyunda belli aralarla da olsa checkpoint save yapsa da size
tavsiyem her bir zor çatışmayı geçtiğinizde save yapmanız yönünde. Ayrıca devamlı
karşınıza özel tim elemanları gelmiyor. Bir anda ortam kararıp tuhaf hayaller
görüp üzerinize bazen tam görünmeyen bazen ise abuk sabuk yaratıklarda size
saldırabiliyor. Karanlık mekânlarda ise fenerinizi kullanabilirsiniz fakat
lambanızın her nedense belli bir süre kullanabiliyorsunuz akabinde ise
karanlığa gömülüyorsunuz. Ama bir zaman sonra kendi kendine tekrar şarj oluyor.
Bu oyunda kaşınızdakileri sakın hafife almayın zira çok iyi savaşıyorlar ve
hepsi kekin nişancı mübarekler. Attığını vuruyorlar bunda az da olsa
kurtulabilmek için sağdan soldan bulduğunuz armor sayesinde atlatabilirsiniz. Bir
de yavaş çekim ile tabi ki.
Oyunda genelde yalnız geziyoruz ama ekipten olan diğer
elemanlarla az da olsa bazı bölümlerde yan yana geldiğimiz oluyor. Oyunda en saçma
olan şey ise hadi özel tim elemanlarını anladım tuhaf hayalleri, paranormal
saçmalıkları anladım da bir de karşımıza çıkan robocop filmindeki gibi dev
robotlara bir anlam veremedim. Oyuna tam adapte olmuşken korkuyorum galiba
acaba şu karanlık koridorun sonundaki kapıdan karşıma ne çıkacak? Diye sorarken
birden duvarı kırıp koca bir robotun size saldırması oyundaki dengeleri alt üst
ediyor. Onun için oyunda tam bir denge tutturulamamış. Ben F.E.A.R oynamadan
önce beni harika bir fps, korku oyunu bekliyor sanırım diye düşünüyordum fakat
oyunu oynadıktan sonra ne yazık ki görüşüm değişti. Oyun çoğunluğu aksiyon dolu
az da olsa korku ve gerilim içeriyor. Bana zaman zaman rainbow six’i ve ona
benzer oyunları hatırlatırken, bazı bazı ise silen hill oynuyorum hissine kapıldığım
bile oldu. İşin ilginç tarafı ise halka filmini de bayağı bir bölümde görür
gibi oldum.
Oyunda 2 ek pakette var onları da oynamanızı tavsiye ederim.
Video inceleme olarak ayrı ayrı inceledim lakin makale olarak aynısını
yapmayacağım. Buraya birazcık bir şeyler karalayıp yazının alt kısmına video
incelemeleri iliştireceğim. İlk genişleme paketi olan Extraction Point ana
oyunun tam da bittiği yerden devam ediyor bu tuhaflıklar silsilesi bu ek
pakette de olduğu gibi işlemeye devam ediyor. Burada faz bir değişiklik yok
diyebilirim fakat hikâye bakımından büyük sürprizlerle karşı karşıya kalıyoruz.
Bunun yanı sıra bir iki silah yeni var ama ek paket olsa bile epey uzun ve
oyunun atmosferine yakışır bir deneyim sunuyor bizlere.
Diğer ek paket ise sanki F.E.AR değil de başka bir oyunmuş
havasında başlayan yeni elemanlarla karşılaştığımız Perseus Mandate. Aslında bana
sorarsanız bu ek paketi oynamasanız da olur bence. Bu ek paketi neden yapmışlar
bir şey anlamadım. Hiç gerek yokmuş gerçekten yine ufak tefek bazı yenilikler
ve bazı yeni silahlarla işi kotarmaya çalışmışlar ama hadi Extraction Point’i
anladım da bu Perseus Mandate’yi hiç mi hiç anlamadım doğrusu. Ben sizlere
Perseus Mandate’yi tavsiye etmiyorum lakin ben ek paket filan hepsini oynarım
diyorsanız siz bilirsiniz. Yazımda ek paketlere dair fazla detaylı şeyler
yazmıyorum ama video incelemelerde daha geniş ve ayrıntılı bilgiler
bulabilirsiniz.
Grafik bakımından yılına göre oldukça başarılı olduğunu
söyleyebiliriz. Ama senaryo çorba gibi olmuş ne yazık ki. Daha derli toplu ve
karman çorman olmayan daha net bir hikâye olabilirdi ve bu hikâye ya korku
odaklı ya da tamamıyla fps aksiyon türünde olmalıydı bence. Sanki bana fps
aksiyon oyunu yapacaklardı veya fps korku oyunu yapacaklardı da bir anda içine
şöyle bir şey yapalım da oyun daha değişik bir havada olur, diye son dakika da
bir karar değişikliği yapmışlar gibi geliyor. Müzikler ve sesler oldukça
başarılı. Çevre, karakter ve silah modellemeleri gayet iyi. Fakat hasar
modellemeleri ilk bakışta iyi gibi dursa da olmamış. Zira bir yeri kırıp
döktükten sonra veya duvarda açtığınız mermi izlerinin bir zaman sonra
kaybolduğunu ve eski haline döndüğünü görebiliyorsunuz.
Yapay zekâ ise fena değil orta derece diyebiliriz. Bazen size
doğru geliyorken bazen ise siper alıp oldukları yerden çıkmıyorlar. Oynanabilirlik
ise ilk başta zor gelse de slow motion yani yavaşlatma kullandığınız sürece ve
bol bol save yaptığınız müddetçe çok zorlanmadan ilerleyebileceğiniz bir yapıda
arkadaşlar. Kısacası şimdiye kadar oynamadıysanız ve iyi bir fps, aksiyon (
F.E.A.R’I korku oyunu olarak oynamak istiyorsanız sakın oynamayın zira korku
çok alt seviyelerde. Onun yerine başka oyun seçin.) yapımı oynamak istiyorsanız
ek paketleriyle birlikte sizlere tavsiye ediyorum. Bu oyun için fps’ye tam
anlamıyla doyacağınızın garantisini veririm oyun sever dostlar. Hepinize iyi
oyunlar.
Şimdiye kadar kaç tane bağımsız stüdyo yapımı incelemesi
yaptım sayısını hatırlamıyorum. Yine birçok macera dolu platform oyunlarının
incelemelerini yapıp sizlere sundum. İşin zor tarafı ne biliyor musunuz? Ön incelemeler,
zira oyunla ilgili pek bilginiz olmuyor eğer oyun devan serisi oyunu ise işiniz
biraz daha kolaylaşıyor ama bazı devam serilerinde bile ufak tefek
değişiklikler biraz da olsa sizi zorlayabiliyor. Ama çoğu platform oyununda
çokta zorlandığımı hatırlamıyorum doğrusu, genelde eski tarz arcade oynanıştan
kopmayan hikâye bazlı platform macera oyunları favorimdir diyebilirim. Bugün ön
incelemesini yapacağımız oyunda o bahsettiğim arcade tarza sadık eğlenceli bir
yapım olan ‘’Pankapu’’.
Aslında bu oyunumuz bir çocuğa anlatılan fantastik bir
dünyada geçen masaldan ibaret diyebiliriz. İlk başta elinde kılıcı ve kalkanı
olan küçük sevimli bir savaşçıyı yönetiyoruz. İleride iki karakter daha
açılacağını tahmin ediyorum, onları da bir şekilde ya değişmeli ya da aynı anda
Trine’da olduğu gibi yönlendireceğiz. Oyun çok basit arkadaşlar isterseniz
gamepad ile de oynayabilirsiniz. İlerlerken karşınıza çıkan garip yaratıkları
yok ederek devam edeceksiniz, aynı zamanda dikenli tuzaklara yakalanmadan
atlayıp zıplayıp bir platform oyununda yapmanız gerekenleri yerine
getireceksiniz. Oyunda sık sık checkpoint noktaları onun için çok
endişelenmeyin zaten demin de söylediğim gibi oyun çok basit.
Oyunu menüde bulunan ve içinde ilerlediğimiz haritadan tutunda
bulmamız gereken birçok şeye bakabildiğimiz bir kitap tarzında rehberimiz var. Bu
sayede oyunla alakalı birçok bilgi ve içeriğe bakabilme şansı buluyoruz. Yaptığım
ön inceleme itibariyle bana eğlenceli böyle Gianna Sisters ve Trine karışımı
hem macera hem aksiyonu iç içe yaşayıp oynayabileceğimiz masalsı bir platform
oyunu bizleri bekliyor gibi geliyor. İleriki turlarda açılacağını düşündüğüm
karakterler ve güçlerle oyun daha da zevkli hale gelecektir diye ümit ediyorum.
Şimdilik bu oyunla alakalı aktaracaklarım bu kadar ama ileride oyunu
bitirdikten sonra yapacağım tam incelemede detaylı bir şekilde konuşup notunu o
zaman veririz. Hepinize iyi oyunlar.
Ömrümde sayısını hatırlamadığım kadar bir dünya oyun oynadım
diyebilirim bunlar arasında ilk oynadığım strateji oyunlarının yeri başkadır. Mesela
red alert ve comand conquer hiç unutamayacağım yapımların başında gelir. Playstation
oynadığım zamanlarda ise saatlerce oynamaktan hiç sıkılmadığımı daha dün gibi
hatırladığım harika strateji oyunu Dune var. Bugün ön incelemesini yapacağımız
oyun ise bana oynarken Dune çağrışımı yaptı. Birebir benzerlikler olmasa da
bazı yönleriyle özellikle hikâyenin dünyadan uzak bir galakside geçmesi
dolayısıyla bir benzerlik kurdum diyebilirim.
Gelelim oyunumuzun adına Meridian Squad 22. Bir bağımsız
stüdyo oyunu olan strateji ve içinde hero’lar yönetebildiğimiz aksiyonla
harmanlanmış etkileyici grafiklere sahip oyunda, menüde bulunan birçok mod
sayesinde oynamaktan büyük keyif alacağınızı düşünüyorum. Oyunda new game’e
girdiğinizde bu değişik savaş modları ile karşılaşıyorsunuz, buradaki modlar
ise ana görev yani senaryo modu olan ‘’campaign’’ challenge benzeri sadece
karakter bazlı görevler bulunan ‘’squad missions’’ ve son olarakta bir nevi
arcade mod benzeri olan ‘’Conquest’’. Oyunda pratik yapabileceğiniz veya
tutorial babında herhangi bir mod filan yok ne yazık ki, ama conquest modda
oynayarak kendinizi geliştirebilirsiniz. Klasik strateji oyunu oynayanlar zaten
bu oyunda hiç zorlanmazlar zira obana o kadar zor bir oyun gibi gelmedi.
Oyunda ana bine kurduktan sonra diğer binaları da kurarak
kendinize dev bir ordu kurabilirsiniz. Ama her şey için bazı şeyleri toplamanız
gerekiyor öyle bedavaya hiçbir şey yok ne yazık ki. Oyunda üç ana element var
bu elementler sayesinde combat(savaş), economy(ekonomi) ve defence(defans)
yeteneklerinizi geliştirip akabinde bir dünya geliştirme sayesinde
düşmanlarınıza kök söktürebilirsiniz. Bu elementleri ise haritayı gezerek
toplayacaksınız. Ve geliştirmeler için kullanabilir hale getirebileceksiniz. Diğer
modlardan biri olan squad missons’ta ise size verilen karakter üzerinden bazı
görevleri adeta tepe kamerası ile oynuyormuş gibi oynayabiliyorsunuz. Ana mod
olan campaign mod ise oyunun senaryolu olan modu burada aksiyon ve strateji
birleşimini başlangıç itibariyle çok güzel bir şekilde görüyoruz. Akabinde
yavaş yavaş bizi görevlere ısındırarak oyunun ana merkezli oynanacak olan
dünyamıza geliyoruz.
Oyunda yazımın başında da yazdığım gibi bazı hero’lar
yönetebiliyoruz bu hero’lar öldüğünde belli bir zaman sonra ana binanızdan tekrar
çıkıyorlar. Bu bağlamda ilk aklıma gelen yüzüklerin efendisi oyunlarından biri
olan Battle for Middle Earth oldu. Hatırlarsanız orada da tanıdığımız hero’ları
yönetebiliyorduk. Bir de savaş esnasında en çok hoşuma giden özelliklerden
birisi birimlerimize çatışma anında sağlıkları azaldığında health
kullanabilmemiz olmuş bu sayede birden çok askerinizi daha uzun hayatta
tutabiliyorsunuz. Fakat bu sağlık bonusunu her daim kullanamıyorsunuz. Aradan belli
bir süre geçmesi gerekiyor. Bu oyunla ilgili oynadığım kadarıyla sizlere ön
inceleme babında aktarabileceklerim şimdilik bu kadar, oyunu ileride
bitirdikten sonra detaylı bir şekilde tam incelemesini sizlere sunacağımdan
emin olabilirsiniz. İyi oyunlar.